1 Haziran 2016 Çarşamba

TRABZON ÜNİVERSİTESİNİN BEŞİKDÜZÜ YERLEŞKESİ


Bir süredir devam eden tartışma, son günlerde hayli yoğunlaştı.
KTÜ bölünerek yeni bir üniversite kurulmamalı diyorlar.

Bu konuda ilgili ilgisiz herkes konuşuyor. Tam ilgili olanlar ise konuşmaktan çekiniyor. Acaba siyaset ne der diye konuşmaktan çekiniyor.

Son kanun tasarısına göre kurulacak Trabzon üniversitesinin doğru olduğuna inanıyorum. KTÜ’den bazı fakültelerin ayrılması da son derece isabetli karar.

Trabzon Üniversitesi de kampüs olarak ikiye bölünmeli.
Fatih Kampüsü ve Beşikdüzü Kampüsü.

Fatih kampüsü fakülteleriyle, yurtlarıyla zaten oluşmuş durumda. Ek yatırımlar yapılabilir.

Beşikdüzü’nü 8 yıl MYO müdürlüğü yapmış ve orada doğmuş, okumuş birisi olarak iyi bilirim. Eski köy enstitüsünün olduğu yer tamamen üniversiteye tahsis edilebilir. Hemen bitişiğinde meslek yüksek okulu var ki, çoğu fakültede olmayan bir kampüsü sahip. Karşısında kredi yurtlar kurumuna ait yurtlar var. Yeni yurtlar için de oldukça geniş bir arazi tahsis edilmiş. Son derece modern donanıma sahip özel yurtlar da var.

Meslek yüksekokulu ile çamlık deresi arasında Endüstri meslek lisesi ile il özel idaresinin binaları ile emniyete tahsis edilmiş bir arazi bulunuyor. Bunlar da kampüse dahil edilirse şahane bir kampüs ortaya çıkar. Yani Çamlık deresi ile Kurbağalı dere arasındaki alan Trabzon üniversitesinin Beşikdüzü kampüsü veya son moda deyimi ile Beşikdüzü yerleşkesi olmalıdır.
Hatta zaman içinde Kurbağalı derenin batısına doğru da genişleme imkanları vardır.

Benim tanıdığım Kasabanın Şerifi ne yapar yapar, bu yerleşkeyi yerleştirir.

Ve bu kampüse yeni kurulacak olan İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesini, Turizm Fakültesini, Sosyal Bilimler Enstitüsünü ve hatta Hukuk Fakültesini yerleştirilebilir.
İnanmayan gitsin görsün. Bu fikrimi her platformda tartışmaya hazırım. İsteyeni de herşey dahil olmak üzere inceleme yapmaya götürebilirim.  

Fiziki imkanlar fazla fazla yeterli. Kapalı spor salonu ve diğer açık spor alanları, yemekhaneler, toplantı salonları, hatta düğün salonları, misafirhaneler gibi her şey hazır.

Trabzon’un batısında alternatif bir kampüs yeri de yok.

Eğitim ve turizmin beşiği olmuş Beşikdüzü’ne bunlar yakışır ve Beşikdüzü de bunu sindirir.

Ben de hemen seve seve Trabzon üniversitesine ve Beşikdüzü kampüsüne geçerim, söz. Ama hcılar ve avaneleri olmamak şartıyla.  





30 Mayıs 2016 Pazartesi

EN İYİ REKTÖR ADAYI BENİM


Üniversitemizde 12  Temmuz 2016’da rektörlük seçimleri yapılacak.
Her aday için karşılıklı olarak suçlamalar, iddialar, görevden aldırmalar devam ediyor.
Her taraf karşı tarafı FETÖ’cu olarak gösteriyor.

Hele bugün Yeni Akit gazetesinde Mehtap Yılmaz'ın kaleme aldığı 28 Mayıs 2016 ve 30 Mayıs 2016 tarihli iki yazı okudum, hayretler içinde kaldım. Dönen üç boyutlu fırıldakların kanatları birbirine değmiyor. Dün omuzlarda taşınanlar, bu sabah erkenden ayaklar altında eziliyor. Puştluk diz boyu. YÖK'de yapılabilecek operasyonlar öncesinde hedefler gösteriliyor, yapılmak istenenler tek tek ortaya çıkıyor. 

Ve kendimle gurur duydum.
Çocuklarımın, öğrencilerimin, arkadaşlarımın da benimle gurur duyacaklarını düşündüm.

Neden mi?

Çünkü ben hiç kimsenin gölgesi altında yaşamadım, yaşamıyorum ve yaşamayacağım.
Ne Hacının ne de hocanın. Ne de falanca ideolojinin. Ne de şu partinin.
Bana hiç kimse PKK’lı demedi. Bana hiç kimse hiç bir zaman FETO’cu demedi.
Bana hiç kimse kendi menfaati için anında döndü ve FETO’yu sattı demedi. Yıllarca kader birliği yaptığı dostlarını sattı demedi. FETO’nun uyuyan hücreleri de değilim.
Hiç kimsenin parasını yemedim, devletin kaynaklarını kullanmadım, öğrencilerden zorla para toplamadım, öğrenciye zorla kitap satmadım, derse girmeden para kazanmadım, yaz boyu yan gelip yatıp tıkır tıkır paramı almadım. Haramdır dedim. 
Hiçbir öğrencim bana hırsız diye bağırmadı, pankart asmadı, gösteri yapmadı. 
Nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilmedim.
Yıllarca kapalı kapılar arkasında durup, seçim yaklaştı diye, seçime üç ay kala kedi gibi kimseye yılışmadım.

Hep sözünün eri, delikanlı adam olarak bahsedildim.

Yaklaşık 30 yıldır öğrenciler arasındaki eşitliği bozmadım. Hiçbir öğrenciyi torpille, rüşvetle geçirmedim. Yönetim bana kaymaklı görevler verecek diye, yönetimin yakınlarını ve torpil yaptığı kişileri geçirmedim.
Beni yetiştirenler gerçek bir bilim adamı olarak yetiştirmedi. Gerçek bilim adamı olduğumu da asla iddia etmiyorum. Ama kendi çapımda bilimsel etiğe uymaya çalıştığımı kesin olarak savunuyorum.
Yaptığım idari görevlerde kendi menfaatlerimi hiç düşünmedim. Yaptığım görevlerde parmakla örnek olarak gösterildim. Devletin bana verdiği görevleri milletimiz adına canla başla yaptım. Yaptığım kamu hizmetlerinde yetimlerin hakkının olduğunu düşündüm.

Allaha çok şükür. Binlerce kere şükür.

Ben rektör olsam bu karakterlerimden asla taviz vermem. Onun bunun kuklası olmam. Kadromu profesyonelce kurarım. Kadromu ne camide, ne de kilisede kurarım.

Danışman yapacaklarıma ben danışırım, bana her şeyi danışacak, önümde el pençe duracak danışmanlar almam.
Bilim kutsaldır. Çin’de bile olsa alır gelirim.
Ama böyle kişiler asla idari görev yapmamalıdır. Çünkü kullanıma müsait değildirler.

Ben yıllar önce karar verdim, adam gibi yaşayıp adam gibi de öleceğim.
Rektör olsam, adam gibi rektörlük yaparım ve adam gibi de rektörlükten ayrılırım.

En iyi aday benim. Ama Züğürt ağa misali kaç oy alırım?

Hcı kesinlikle beni desteklemez. Çünkü bilir ki, emekli olduktan sonra onu danışman yapmam, ona 10 saat gece dersi vermem, yüksek lisans, doktora danışmanlıklarını devam ettirmem, kısaca üniversite sınırları içine sokmam. 40 sene üniversitenin içine edenlerin kanserli bölge gibi çıkarılması gerekir. 

Bir gün, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, bilimi referans alan insanlar üniversite yönetimine gelecektir. Böyle olmak zorundadır. Ama ne zaman bilinmez. Biz belki görmeyiz ama yeni nesiller bunu görecektir yada böyle bir ülke olmayacaktır.


Danışmanı karga olanların burnu nasıl olur?




20 Ocak 2016 Çarşamba

İŞİ EHLİNE VERMEK LAZIM

Bir insan düşünelim. İsmi de yabancı bir isim olsun. Hcı.
Bu insan için akrabaları, çocukları vs. hiç kimse önemli değildir.
Diyelim ki doktora yaptı.
Kendi doktora tezini, tüm kütüphanelerden, enstitülerden, arşivlerden vb. çalıyor ve imha ediyor.
Aslında her bilim insanı kendi doktora tezi okunsun ister. Hatta pek çok dile çevrilsin ister.
Ama bu Hcı, doktora tezini tamamen yanlış ve hayali verilerle yazdı.
Tezinin içindeki veriler tamamen hayal ürünü.
Birkaç arkadaşı ile akşam kafa çekiyorlar. Yani rakı içiyorlar.
O masada kafadan verileri dolduruyorlar.
Ama istenen sonuç çıkmıyor.
Program çalıştıracak programcı suçlu oluyor. Komünist olduğu için bunların sonuçunu tam çıkarmıyormuş.
Peki beklenen sonuç çıkması için verilerin ne olması gerekir? Öğreniyorlar.
Bir rakı masası daha. Verileri tamamlıyorlar.
Sonuç çıkıyor.
Jüri kuruluyor. Bizim milliyetçi uşaklar ayağına tezler geçiyor.
Ama içi hep yanlış. Okuyan yok ki.
Ama bizim Hcı uyanık.
Birgün bu tez birisinin eline geçebilir. Komünistlerin yani.
Tezi okuyabilirler.
Yanlışları ortaya çıkarabilirler.
Verilen ünvanlar iptal edilebilir.
O halde nasıl olsa ünvanlar alındı.
Sıra geldi tezi çalıp imha etmeye. Anında, tereyağından kılı çeker gibi operasyon tamamlandı.
Çünkü hırsızlık Hcı'nın ruhunda var. Doğuştan yetenekli.
40 küsür sene oldu. Hırsızlığı bilinmesine rağmen, kimse ilgilenmiyor.
Ona hırsız, sahtekar diyenler, "rahatsız, akıl hastası, kafayı yedi" diye tanımlanıyor.
Hatta bugünlerde memleketi savunmak da ona kaldı.
Bazı öğretim üyelerinin yayınladığı bildiriye imza atmadığı için kendini övüyor.
Zaten hepimizin görevi bu.
Ama yalakalığın bile sahtesini yapıyor.
Anlayanlar anlamıştır!
Kim mi bu sahtekar?
Gerçek hayatta böyle bir canlı olamaz.
Rüyamda gördüm. Üstüm açık kaldı galiba. Kabus görmüşüm. Hayırdır inşallah.